İyileşmede ki Engeller

14 Ekim 2013 Devamı

İyileşmeden muradımız; zihinsel, ruhsal, fiziksel ve sosyal olarak iyilik hali olmalıdır.

Bu muradımıza kavuşma sorumluluğunun bize ait olduğunu da her vesile ile anlatmaya çalışıyoruz.
Yaşanmışlıklar, bilinçaltı kalıplar, koşullanmalar, içinde boğulduğumuz duygular bedenin orijinal tasarımını bozup arazlar ortaya çıkarırken, ancak değişim cesaretini gösterebilenler iyileşme sorumluluğunu ele alır.

Değişim, cesaretle sorgulamayı gerektirirken, sorgulama ancak özgür bir zihinde mümkündür. Özgürlük bir başkaldırı değildir.
Özgürlük beşeri prangalardan, kalıplardan, koşullanmalardan, açgözlülükten, hırstan, öfkeden, nefretten, yetersizlik – aşağılık duygularından sıyrılmak, latif duygularla sarılıp sarmalanmaktır. Değişim için tüm korkulardan arınmış bir zihin gerekir. Elindekini kaybetmekten, yeni olandan, bilinmeyenden korkan zihin sorgulayamaz. Korkuyla sorgulamayı reddeden zihin elindekilere yapışır, onlarla böbürlenir, onlarla avunur. Enerjisini kendini haklı görmek ve göstermeye, onu bunu suçlamaya harcar.

Özgürlük, dünya yolculuğunda Kainat Yaratıcısının en nadide sanat eseri olduğumuzu idrak etmek ve tek sorumluluğumuzun onu tanımak, bilmek, sevmek olduğunun farkındalığı ile teslim olabilmektir. Teslimiyetin verdiği özgürlükle sahte yüklerimizden arınıp, gizli bir el tarafından korunup kollandığınızı, okşanıp sevildiğinizi hissedebiliriz.

Özgürlüğü başkaldırı olarak algılarsak bu tepkiden öteye gitmeyen bir haldir. Bu hal bizi latif duygulara, insan-ı kamil olmanın hafifliğine taşımaz. Özgür bir zihinle içsel yolculuğunuzu başlatma cesareti ancak değişimi ve iyileşmeyi getirir. İnsanın kendi içine gitmesi, kendini sorgulaması ciddi şekilde zordur. Bu zorluğu aşacak kararlılık ve öz disiplin gerekir. Gerçek şu ki, kadın için en önemli değişim bir başkası tarafından ona verilmesini beklemeden, özgürleşme sorumluluğunu ele almasıdır. Aksi durum ise Voltaire’nin dediği gibi ‘’ Kendisini başkasının kurtarmasını bekleyen kişiler yalnızca kölelerdir’’. Kendi içine yolculuk ve sorgulama aslında bilinçaltının, nefsin sorgulanmasıdır.

Bilinçaltı savunma mekanizmaları, kendini beğenmiş nefislerimiz değişik maskeler takınarak daima kendini savunur. Bu savunma haliyle tüm davranışlarını, tepkilerini, altında ezildiği yükleri dahi akla yakın hale getirir. En dik kayalara tırmanmaktan daha zordur içimize inmek. Ancak olumsuz bilginin, orijinal tasarımdan uzaklaştıran düşüncelerin, bedenden kopmuş zihinlerin bizi hastalıklı hale getirdiği gerçeği ile karşı karşıya iken, içimize inme cesaretini göstermeliyiz. Bu inişte yapılacak inanç kalıplarının, kirli bilgilerin temizliği ile, özümüzle buluşma, insanlığımızı keşfetme sonucu davranışlarımızı, bağımlılıklarımızı, ilişkilerimizi, sağlığımızı değiştirebiliriz.

Bu anlamda hastalıklar, arazlar, içsel yolculuk için Allah’ın lütfu niteliğinde birer uyarıcıdır. Ve çoğu zaman korkularımızdan, tembelliğimizden, uyarıyı görmezden gelip hastalığın çevresinde dolaşırız. Doktorun koyacağı teşhis, vereceği birkaç ilaçla oyalanır, lütfun kapılarını kapatırız. Lütfu değerlendirmek için enerji ve disiplin gerekir. Çoğu zaman harcamaya hazır olduğumuzdan daha fazla enerjiye ve disipline ihtiyaç vardır. Ve nefis hazır lezzete müptela olduğundan, değişim yolculuğundan alıkoyar. Bu nedenle Montaigne’nin ‘’ Herkes kendisi için bir derstir; yeter ki, insan kendisini yakından görmesini bilsin’’ uyarısını görmezden gelip, Hz. Mevlana’nın ‘’Herkes dışını süslerken, sen içini süsle, kalbini süsle.Herkes başkasının ayıplarını araştırırken, sen kendi ayıplarınla meşgul ol…’’ ikazlarını hiç üzerimize alınmayız.

Bu nedenledir ki bir çok kadın, alışveriş merkezlerinde, güzellik salonlarında, çocuklarının peşinde, kocasının- bedeninin- nefsinin-patronunun emrinde olup tüm suistimallere boyun eğerde bir türlü mutlu olamaz.
Zira kalbin ihtiyacı, nefsin anlık tatminleri, sözde özgürlükleri ile geçiştirilemez. Güzellik salonları, giyilen kıyafetler, kullanılan arabalar, yapılan seyahatler kalbe sükunet vermek bir yana kasvetini daha da arttırır. Zira kalp ancak yaradılışındaki muhabbet çekirdeğinin den özgürlük ağacı çıktığında hayat bulur. Sevgi- aşk değişim için gereken cesaretin, enerjinin kaynağıdır. Aşık olan herkes bilir aşkın nelere kadir olduğunu, dağları deldirdiğini. Aşkın verdiği enerjiyle her şeyi yapabilir, herkese meydan okuyabilir hale geliveririz bir anda. Yaradılışta insanın kalbine konan ‘muhabbet çekirdeğinde’ gizlidir ihtiyacımız olan tüm enerji.

Değişim Olmadan İyileşme Olmaz

Bilinçaltı kalıplar, nefsin tutsaklığı çekirdeğin çatlamasına, içindeki aşk enerjisinin açığa çıkmasına izin vermez. Kolumuz kanadımız kırık, değişim yolculuğuna adım atamayız. Fakat hep bir bahanemiz vardır değişim tembelliğimize.
Oysa yaşamın özüdür değişim.

Değişim yolculuğuna çıkmak, öze dönmek, kendimizi keşfetmek cesaret ister. Çünkü bizim için bilinmeyendir. Bilinmeyen insanı korkutur. Korku insanın enerjisini sömürür. Gerçeğinden kopmuş insanın en büyük korkusu ölümdür ve ölüm korkusu gerçeğinden kopartır insanı. Yaşam, tekamül yolculuğu olarak değerlendirildiğinde değişim ve ölüm müttefikimiz olur.
Bilinçaltı kişiyi bilinmeyenden, acı çekmekten, risk almaktan, mücadele etmekten koruyup tekdüze bir hayat sunarken, değişimden, tekamülden alıkoyar. Birçok ruhsal ve fiziksel hastalığın kökünde, çekilmesi normal ve gerekli olan acılardan kaçma çabası yatmaktadır.

Korkuların baskısında kalan muhabbet çekirdeğimiz filizlenmediğinde yaşam enerjimiz olan sevgi hayatımıza geçemez. Özündeki sevgiye ulaşamayan insanlar, adeta canlı cenazeler gibi dolanıp dururlar. Sevgi çekirdeğimizin çatlayıp dallanıp budaklanması korkuları da gölgede bırakır oysa. Kişi korkularından arındığında ancak yaşamı ve tekamülü seçer.’’ Yaşam ise tekamül ve çürümeden oluşan görkemli bir desendir. Ve yaşamı seçen değişim ve ölümü de seçmiş olur.’’ Bu seçimi yapamamış kadın doğumdan korkar, doğumda ölmekten korkar, doğurmaktan vazgeçer. Tercihi tekamül olmayan kadın “ya kocam beni terk ederse” korkusuyla eş olmayı kabul etmez, eşine teslim olmaz. Büyümeyi kabul etmeyen kadın, cinsel yaşamı, anne olmayı reddeder. İçindeki sevgi tomurcuğuna ulaşamamış kadın sürekli çevresinin, eşinin sevgisini test etmek arzusuyla hastalanır, mızmızlanır, istekleri arzuları, kaprisleri bitmek tükenmek bilmez.  Eğer ölümün sürekli bize eşlik ettiğini bilerek yaşayabilirsek, o zaman ölüm Don juan’ın deyişiyle “müttefikimiz “ olur; evet korkutucu ama en önemli uyarıcıdır ölüm. “Ölüm en büyük nasihatçidir” Hadis-i şerifinin idraki, korkularımızdan özgürleşip değişim yolculuğu için cesaret vericidir.

Dünyamızda ki, bağımlılıklarımızın, koşullanmalarımızın, aşklarımızın fani olduğu gerçeğini “ölüm” ün nasihatlerinden anlaya biliyorsak ne mutlu bize. İşte o zaman irademizi sevgi çekirdeğini sulayıp çatlatma yönünde kullanabiliriz. Ve özümüzdeki sevginin ışığıyla renklenen dünyamız, bedenimiz, duygularımız, berraklaşan özgürleşen zihnimiz, yumuşayan kalbimizle değişim yolculuğu yakıtını tamamlarız. “Her nefis bir gün ölümü tadacaktır” ayet-i kerimesi bizim için öğüt olmuyorsa koşullanmalardan, nefsin esiri olmaktan, bilinçaltı kalıplarımızdan kurtulamayız. Esaret altında kalan tüm duygularımız, ruhumuz ve bedenimizle huzurla yaşayamaz ihtiyacımız olan sevgiyi ve güveni tatmalıyız. Ölümden kaçış eşyanın doğası olan sürekli değişimden kaçıştır. Bu kaçış beraberinde yaşamdan kaçışı da getirir. Seneca bundan iki bin yıl önce ‘’Yaşam boyunca insan yaşamayı öğrenmeyi sürdürmelidir. Ve daha şaşırtıcı bir şey var, o da insanın yaşam boyunca sürekli olarak ölmeyi öğrenmesi gerekir’’ diyerek yaşam yolculuğundaki öğrenme ve değişimin önemini belirtmiştir.

Kategori: Op. Dr. Ayşe Duman, Yazarlar